27 Nisan 2012 Cuma

Michael Jordan


"Profesyonel kariyerim boyunca 9000'den fazla şut kaçırdım!

Yaklaşık 300 maçı kaybettim!

26 defa, maç kazandıran şutu atmam için bana güvenildi ama ben kaçırdım!

Hayatım boyunca, defalarca başarısız oldum ama buna rağmen denemeye devam ettim!

                                         
                            İşte bu yüzden çok parlak bir kariyere sahibim…"



en iyisiydi...

24 Nisan 2012 Salı

Şimdi anladım...

Şimdi anladım 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Çek Cumhuriyeti'nin 5-6 gol kaçırmasından sonra sadece 3 atak yapıp 3 gol atarak yenerken, adamların ne hissettiklerini :)



Bu kadar baskılı oynayıp, beraberliği yakalayıp önce geçmek için müsait fırsatları harcadıktan sonra yenilmek kötü tabi ama üzgün değilim, sanıyorum bunun sebebi oynadığımız oyun. Skor her zaman ikinci planda, ayrıca kızgın da değilim Fatih Terim'e hücum oyuncu sayısını arttırma konusunda 1-1'den sonra . Bu yüzden Fatih Terim "O", hiç bırakmadığı ve korkmadığı için.

Başarıya ulaşamayanların yüzde doksanı yenilgiye uğramamıştır. Sadece pes etmişlerdir.
                                                                                                              Paul J. Meyer

3 yıl...

Prof. Stefano E. D`Anna 'nın yazısını paylaştığımda fark ettim, tam 3 yıl olmuş son yazımı yazalı. 3 yıl, zaman ne çabuk geçiyor...Öyle çabuk geçti ki ve öyle dolu...

En önemlisi Nehir katıldı hayatıma. En güzel duygu hayattaki. Dünya'nın ikinci en güzel şeyi baba olmak, en güzeli ise kız babası olmak. Artık kendimden değerli, kaybetmeye dayanamayacağım bir varlık var dünyada. Ürkütücü de ama aynı zamanda bu his, korkutucu. "Ya bir şey olursa" ile yaşıyorum Nehir doğduğundan beri, yaşlandıracak beni bu hızlıca. Baba olunca anladım gerçekten, hep denildiği gibi :)

İyi ki varsın prensesim, artık senin için yaşıyorum.

i am my aim

Prof. Stefano E. D`Anna... European School of Economics kurucu rektörü,
Tanrılar Okulu adlı best seller kitabın yazarı, eylem filozofu, bilim adamı, girişimci, eğitmen ve işadamı.

Güzel ve etkili bir yazı yazmış hedef koymayla, başarmayla ilgili...

--------------------------

İngilizcede ‘aim’ (amaç) kelimesinin ‘I am’(ben)’in anagramı olmasının sembolik bir manası vardır. Aim = I am. Bu nedenle, şu genel prensibi onaylayabiliriz: I AM MY AIM (Ben amacımım). Bu, bir kişinin amacını bilmesi ve farkında olarak sürekli hatırlayabilmesi için “Kendini bil” kuralının somut bir uygulaması ve kişinin kaderinin gerçek kaynağıdır. Hayatınızda önemli bir şeyi başarmak istiyorsanız, mutlaka zıt bir güç ile karşılaşmak ve onunla kaçınılmaz bir şekilde çarpışmak durumundasınız. Her düş -ulaşmak istediğiniz her hedef- ‘antagonist’ adını verdiğimiz muhalif bir kuvveti ortaya çıkarır. Hayatınızda hiç ‘büyüklüklerine bağlı oranda düşler vergisi’ diye bir şey duydunuz mu? Oysa insanların neden isteklerini sınırladıklarını ve -birkaç istisna dışında- sadece küçük düşlere odaklandıklarını açıklamamız gerekirse, böyle bir vergi olmalı diye düşünüyorum.
Bir adam, evinin civarındaki ıssız sokakta yürürken, bir gaz lambası bulur, temizlemeye çalışırken lambadan cin çıkıverir. Cin, dev gibi kaslarını esnettikten sonra, bu kadar küçük bir alanda yüzyıllardır sıkışıp kalmış olmaktan kurtulmanın verdiği minnettarlık hali ile şaşkınlıktan donakalmış adamdan bir dilekte bulunmasını ister. Adam, hiçbir sınırlama olmadan en büyük isteğini dileyebileceğinden tekrar emin olmak için “Gerçekten her şeyi isteyebilir miyim?” diye sorar. “Her şeyi” der cin; adamın şaşkınlığı ile eğlenerek ve gülümseyerek. Çok büyük bir şey istemiş olduğunu düşünen adam çekingen bir tavırla “Bu civarda bir daire istiyorum” der. Cin, ona kendisini kısıtlanmış hissetmemesini ve isteyebileceklerinde bir sınır olmadığını sabırlı bir şekilde izah eder. “İki daire” der, bu sefer daha kararlı bir ses tonuyla. Adamın saçmalamasından yavaş yavaş yorulmaya başlayan cin, daha açık olmaya karar verir: “Benim için hiçbir şey imkânsız değil. İstediğin her şeyi benden dileyebilirsin, hayalini bile kuramayacağın düşlerin dâhil.” Bu sefer adamın gözlerinde şimşek çakar ve o anda önünde bulunan bu uçsuz bucaksız gücü nihayet anlar; yüzünde kocaman bir gülümseme ile dileğini söyler:
“O zaman en çok istediğim şey…” son bir tereddüt ile, “bir apartmanım olması.”
Sıradan bir insan daha iyi bir iş, yeni bir otomobil veya küçük bir apartman dairesine sahip olmayı düşlerken, bir başkası deniz kenarında bir villa hayal edebilir, ama Versailles Sarayı’nı ancak bir kral düşleyebilir. İnsanın arzularının sınır tanımadığına ve herkesin kendisine her istediği hedefi seçebileceğine, en büyük düşlerini besleyebileceğine veya en büyük emellerini içinde barındırabileceğine dair genel bir inanç vardır. Gerçekte ise, bir insanın isteyebileceği ve olduğu şey arasındaki bağlantıyı sağlayan bir denklem söz konusudur.
Hiç kimse, kendisinden daha büyük bir amaca sahip olamaz. İnsanın kendisi ile hedefi birdir. Bu durumu, insanın hayatta bir şey başarmak için isteklerini ve umutlarını ne kadar ileriye taşıyabileceği konusundaki hız sınırı gibi, başına gelecek ve sahip olacağı her şeyin de sınırı olarak düşünebiliriz. Onun oluş yüksekliği -yani düşüncelerinin, duygularının, davranışlarının ve sahip olduğu değerlerin kalitesi- yaşamdan isteyebileceklerinin maksimum sınırını ve tüm arzularının tepe noktasını belirler.
Sen, istediğin şey kadarsın!
“Her olanın ardındaki gerçek nedenle ilgilen, düşlenenle değil, yüreğindeki düşleyenle ilgilen. En büyük devrim, tüm girişimlerin en büyüğü ama tek anlamlı olan kendini değiştirmektir.”